Muharrem Ertaş: Bozlağın Kökü ve Garip Feryadın Hikayesi
Neşet Ertaş’a “Bozkırın Tezenesi” dediler.
O ise her zamanki mahcubiyetiyle boynunu büktü, “Ben babamın tırnağı bile olamam,” dedi. “Babamın yanında saz çalamam, ceketimi iliklemeden duramam.”
Biz yıllarca Neşet Usta’nın o kadife sesinde, o yumuşak üslubunda huzur bulduk.
Ama o huzurun arkasında, bozkırın çatlamış toprağından fışkıran, ciğeri dağlayan kadim bir feryat vardı. O feryadın sahibi, sadece bir baba değil, bin yıllık bir geleneğin son büyük “çığlığı” olan Muharrem Ertaş’tı.
Bugün Kırşehir’in tozlu yollarına, Abdal geleneğinin yoksul ama vakur çadırlarına dönüyoruz. Neşet Ertaş’ın “Garip” mahlasının nereden geldiğini, o yanık sesin hangi ateşten doğduğunu anlamak için; bozkırın asıl ustasını, Muharrem Ertaş’ı dinlemeye gidiyoruz.
Sazınızın tellerini gevşetin, çünkü bu hikaye “düzen” tutmaz bir acının hikayesidir.
“Çığırından Çıkan” Ses: Bozlak Nedir?
Bugün müzik marketlerde veya dijital listelerde “Bozlak” bir kategori adı gibi görünebilir. Ancak Muharrem Ertaş için bozlak, bir müzik türü değil; bir çığlıktır.
Bozkırın ortasında, haksızlığa, ayrılığa ya da ölüme karşı atılan, nota kağıtlarına sığmayan bir nidadır.
Kelime kökeni “bozlamak”tan gelir; develerin bağırmasına, feryat etmesine denir. İşte Muharrem Usta’nın sazı da sesi de tam olarak böyle “bozlar”. O, türkü söylemez; bir derdi gökyüzüne fırlatır.
Muharrem Ertaş’ın üslubunu oğlu Neşet Ertaş’tan ayıran en keskin çizgi buradadır.
Neşet Usta, o feryadı daha naif, daha içli ve “şehirli” bir hüzne büründürmüştür. Ama Muharrem Usta, “ham” halidir. Onun sazının telleri serttir, sesi gırtlaktan ve göğüs kafesini zorlayarak gelir. O, Dede Korkut’tan bu yana gelen o kadim “çığırı” (üslubu) hiç bozmadan, olduğu gibi günümüze taşımıştır.
Onu dinlerken şunu fark edersiniz: Muharrem Ertaş bir türküyü okumaya başladığında, o türkü artık sizin bildiğiniz o düzenli ezgi olmaktan çıkar. “Çığırından çıkar”, kontrol edilemez bir feryada dönüşür. Çünkü onun dünyasında müzik, eğlenmek için değil; varoluşun sancısını dindirmek içindir.
🎧Muharrem Ertaş — Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri (Sesi açın ve bozkırın ortasındaki o ilk feryadı dinleyin)
Usta ve Çırak: Bir Ceket İlikleme Meselesi
Neşet Ertaş’ın hikayesi, aslında Muharrem Ertaş’ın sazının kılıfında başlar.
Küçük Neşet için hayat, babasının peşinde köy düğünlerine gitmek, onun sazını taşımak ve o devasa feryadın gölgesinde “olmayı” beklemektir.
Bu ilişki, bildiğimiz modern hoca-öğrenci ilişkisinden çok farklıdır. Burada nota yoktur, metodoloji yoktur; sadece “meşk” vardır.
Muharrem Usta çalar, Neşet dinler.
Muharrem Usta “bozlar”, Neşet o sesin ciğerde yaptığı tahribatı izler. Neşet Ertaş’ın o meşhur “Ceketimi ilikleyebilir miyim?” nezaketi, aslında babasının huzurunda edindiği o kadim “Abdal terbiyesinin” bir yansımasıdır.
Muharrem Ertaş, oğluna sadece saz çalmayı değil, “garip” kalmayı öğretmiştir.
Neşet Ertaş’ın yıllar sonra her konserine başlarken “Ayaklarınızın turabıyım” demesi, babasının o hiçbir zaman dünya malına tamah etmeyen, toprağa yakın duran vakur duruşunun mirasıdır.
Ancak bir gün gelir ve çırak, ustanın çizdiği sınırların dışına taşar.
Neşet, babasının o gür ve sert üslubunu, kendi kalbinin imbiğinden geçirerek daha yumuşak, daha içli bir hale getirir. Bu bir kopuş değil, bir genişlemedir. Muharrem Ertaş köktür; Neşet ise o kökten beslenen ama rüzgarla her yana savrulan yapraklardır.
Miras ve “Yalan Dünya”: Bir Devrin Sessiz Vedası
Muharrem Ertaş, ardında sadece kasetler veya plaklar bırakmadı; o, bir halkın acısını en çıplak haliyle dışavurma biçimini bıraktı.
Bugün “Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri” dediğimizde, o sadece bir kahramanlık türküsü değil; Muharrem Usta’nın sesindeki o metalik ve vakur tınlayışla bir halkın iskan acısına dönüşür.
Onun dünyasında şan, şöhret veya para hiçbir zaman yer bulmadı.
O, bozkırın ortasında kerpiç bir evde, sazıyla baş başa, “yalan dünyadan” sessizce göçüp gittiğinde takvimler 1984’ü gösteriyordu. Cenazesinde binlerce insan toplandı ama en büyük hıçkırık yine o meşhur tezeneden geldi.
Neşet Ertaş, babasının ardından yazdığı o meşhur dizede durumu şöyle özetlemişti: “Söylerim söyleyemem dilim dolaşır, anam usta babam usta...“
Muharrem Ertaş sustuğunda bozkırın bir tarafı hep eksik kaldı.
Ama bugün bizler, her bozlak dinlediğimizde o eksikliği hissetsek de, o kadim sesin rüzgarıyla yeniden ayağa kalkıyoruz. Çünkü usta ölür, ama nefesi sazın teknesinde asılı kalır.
Son Söz
Muharrem Ertaş’ın o devasa feryadını anlamadan, Anadolu’nun ruhunu anlamak eksik kalacaktır. Onun ektiği bu tohumun, gurbette ve hasrette nasıl bir dünya devine dönüştüğünü merak ediyorsanız;
👉 Neşet Ertaş: Bozkırın Tezenesi ve Bir Ömrün Hikayesi başlıklı dosyamıza göz atabilirsiniz.
Sazname olarak ben, bu toprakların sesini, tozunu ve sözünü her hafta e-posta kutunuza taşımaya devam ediyorum.
Sazın sesi hiç eksilmesin.
—Hakan, SazName.com Kurucusu




